Esmerliği baklava merakından daha Türk olan Yunanlıları seviyorum


 Bahçelerden geçip ayaklarımızı suya değdirip atlayıversek ve sonrası yaz olsa. Güneş geç batar, kiraz buzu eritir, sular çoğalır. Makiler sırtımızdan denizi izler. Güneş geç batar. 


Ne bahçe ne deniz ne de yaz ne de ben. Ama nerede bir mavi nerede bir sokak görsem. Yok yok kıyaslamıyorum belirtiyorum. Özlüyorum ama okyanusu da seviyorum. Tarihi şehirleri, yunanistantan gelen üç kardeşin limonlu dondurmasını, bütün göçmenlerin esmer olmasını. 


Dünyanın yuvarlak olduğunu, bir kaptanın denizde kaybolmasını, bir geminin uzaktan bize bakmamasını, köpek balığı bekleyen bir latinin kuma kalp yapmasını. 


İşte böyle oluyor. Denizler bir yerde birbirine karışıyor, akşam oturmalarında eski yazlardan kanyonlardan bahsediliyor. 


İlk gelenler yerlilere ne demiştir, bu denizlere bakıp ürkmüşlerdir. 


Korkuyorum. İlk gelen olmasam da son gelenim gibi hissediyorum.  Tatilleri özlüyorum. En uçtan uçan yaban ördeklerinin rotasını, bu bahçeden geçerken hissettiklerimin kokusunu,en çok yaz gölgesinin hayalini, pancar motor sesini, çay kaşığı ritmini, yeşilliklere doyulamayan bahçeleri (bahçe ikinci kez geçiyor cümlede, bilerek kendimi tekrar etmeyi) sevdim seviyorum. Yüklemlerin nereye gittiğini en azından şu an düşünmüyorum. 


Bir hayat hikayesini kısacık yazıveren 1919'da buraya göçen, esmerliği baklava merakından  daha çok Türk olan adalıları seviyorum. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cuma Akşamı

Dil Bizi Çağırıyor

Gökçe Akçelik için