Atlar, istedikleri yere koşarak gitmeli

 Atlar da koşarak bir yere gitmeliymiş gibi geliyor. Rüzgar yelelerine vursun onlar durmadan koşsun.  Böyle olmuyor tabi. Bunlar anca şiirlerde, belki. Beni uzunca bir süre otobüs tuttu. Otobüse binemezdim. Bindiğim an ne varsa çıkarırdım. Böyle olunca da çocuk aklı işte, bir yere yürüyerek gitmek isterdim. Ya da koşarak. Ya da kamyonetlerin arka tarafında. Açık havada yani. Rüzgarı yiyerek. Nefes alarak. Kırmızı ışıkta kapalı bir şeyle taşınan atları görünce bunları hatırladım.  


Etrafta çok fazla at çiftliği var. Daha doğrusu çok fazla at çiftliği olan şehir var. Her yerde her şeyin yapilmasina izin vermiyorlar. Tabelalar değişiyor. Tarım yapanlar, at besleyenler, sanayi ile uğraşanlar gibi. Ama bir şekilde herkes aynı kavşakta mecburen birleşiyor. Yol  üzerinde hepimiz aynı yere gidiyor gibi oluyoruz aslında. Herkes bir bir dağılsa da başka tarafa, bir süre bu his devam ediyor. Varacağımız sokağa tek başımıza  girince fark ediyoruz diğerlerinin olmadığını. 


Atlar da varmıştır bir çiftliğe. Dedemin atları vardı sarıca ve karaca diye. Semerin arkasındaki ufacık yere biner sürekli düşme korkusuyla giderdik araziye. Ufaktık ya da atlar o zaman daha da heybetliydi bilmiyorum. Tek bildiğim o dönem ışıklarda at görmüyordu kimse. En azından bence. 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cuma Akşamı

Dil Bizi Çağırıyor

Gökçe Akçelik için